Milena’ya Mektuplar / F. Kafka

Kafka birçoğumuz için okuması oldukça zor bir yazar. Ben de çok kitap okumanın verdiği gazla üniversite yıllarımda “Kafka okumalıyım!” dedim ve “Dönüşüm” ile macerama başladım. Fakat olmuyor. Meğer Ayşe Kulin’den Kafka’ya geçiş o kadar da yumuşak olmuyormuş. Aradan geçen yıllarda periyodik olarak Kafka okuma denemem oldu. Ya kitap gitmedi, bittiği vakit ben pek bi şey anlamadım. Bu kış artık yaşım kemale erdiyse ben bu oyunu bozarım dedim. Ve sosyal medya hesaplarımda sık sık alıntılar yaptığım “Milena’ya Mektuplar” ile tatlı bir başlangıç yapmak istedim. Buradan Kafka’yı ve kullandığı yoğun dili eleştirecek konumda değilim elbette ama onu acımasızca eleştirenlere iki çift lafım var. Bir yazarı eleştirirken öncelikle sizin hangi kitabınız yıllarca çok satanlar listesinde yer aldı? diye bir düşünün.Sonra o yazarın hayatını şöyle bir okuyun derim.
image

Canım Kafka da pekçok başarılı yazarımızın makus kaderini yaşayarak, ölümünden sonra kendisinin vasiyetini hiçe sayıp eserlerini basan kadim dostu Max Brod sayesinde ünlenmiştir. Kendisinin çok kıvrımlı beyni hepimizden farklı çalıştığı aşikar. Ayrıca geçirdiği fiziksel ve ruhsal sıkıntılar da onun Kafka olmasında etkili olduğu ortaya atılan iddialar arasında.

Hayatı ve olayları farklı algılayışının onda yarattığı bunalım ve ‘korku’nun meyvelerini eserlerinde yoğun şekilde görmekteyiz.

Gelelim mektuplara. Eserlerinin Çekçe’ye çevrilmesi için başlayan mektup arkadaşlığı iki farklı kadınla geçen üç nişanlılık evresinden sonra Milena ile mektup aşkına dönüşmüştür. Kitabın ek kısmında yer alan Milena’nın Max Brod’e yazdığı mektuplardan da anlaşılacağı üzere Kafka kendisinin yapamadıklarını yapabilen insanlara karşı büyük hayranlık beslemektedir. İster çok hızlı daktilo yazabilen bir kadına duyulan aşk olsun, ister Milena’nın dört metresli kocasına duyduğu hayranlık olsun Kafka’nın yüzündeki ifade aynıdır.

“Sevgili Bayan Milena” diye başlayan ilk mektuplarda daha çok “siz” hitap şeklini tercih eden Kafka, kısa zamanda “sen” hitap şekli ile “senin, senin K…” gibi imzalara geçiş yapmıştır.

Mektuplaşılan dönem Kafka’nın hastalığının ağırlaşmaya başladığı dönem olması sebebiyle duygu geçişleri kitabın sonlarına doğru oldukça umutsuzlaşmaya başlamıştır. Hatta başlarda mektuplarıyla O’na umut aşılayan Milena bile canını yakmaya başlar. Tabii canını yakan aslında kafasındaki korkular, iyileşme umudunun kalmaması ve Milena ile aynı şehirde olma ihtimallerinin tükenmesi gibi nedenlerdir.

Milena’nın mektupları kendi isteğiyle yakılmıştır ancak sadece Kafka’nınkiler bile onun yazın hayatı ve duygu dünyası ile ilgili bugün hala bizi aydınlatmaya devam ediyor. Kafka’nın Milena için nasıl özel bir yeri olduğunu ise ek kısmında yer alan Milena’nın Max Brod’a gönderdiği mektuplardan yoğun bir şekilde anlıyoruz.

Bu romantik mektuplaşmalarda beni en çok etkileyenlerini sizin için paylaşıyorum.

*Ama sizi özlediğimi söylersem yalan söylemiş olurum: Ben en kusursuz, en acı verici büyü, buradasınız, en az benim olduğum kadar buradasınız; ben neredeysem benim varlığımdan daha fazlasıyla siz de oradasınız.”

*Yanımda yürüyordun, bir düşünsene, yanımdaydın…

*(Benim için yeterince şeyler yapmadığını söylüyorsun ama benimle birlikte olmandan ve önünde oturmana izin vermenden daha güzel bir şey, daha büyük bir onur var mı? ) Şimdi seni koltuğa oturtuyorum, burada olmanın, benim olmanın mutluluğunu sözlerle gözlerle, ellerle ve zavallı kalbimle nasıl ifade edeceğimi bilmiyorum. Aslında sevdiğim sadece sen değilsin, senin bana sunmuş olduğun tüm varlığın.

*Vazgeçilmesi mümkün olmayan bir şeyden vazgeçebilmek bir kişinin sahip olabileceği en büyük güçtür.

*”Aşık olacak güçleri yok”, bu ‘insan’la hayvan arasındaki farkı görmek için yeterli değil mi?

*Bu bir infial, geçecek, geçmeye başladı bile ama bu infiali oluşturan güçler içimde sürekli hareket halinde, dipten gelen bu tehdit benim varlık ve yaşam nedenim, eğer o biterse ben de biterim, bu şekilde ayakta kalıyorum, eğer o biterse, kolaylıkla ve dığal bir şekilde göz kapaklarımı kapatır gibi ben de yaşamaktan vazgeçerim. birbirimizi tanıdığımızdan beri orada değil miydi zaten, eğer orada olmasaydı bana şöyle göz ucuyla bile bakar mıydın?

*Belki de yalnızca sevildikleri zaman sevmek için gerekli gücü elde edebiliyorlardır.

*Bir Çinli’nin kitabını okuyorum, Hayaletler Kitabı, bundan bahsediyorum çünkü kitap yalnızca ölümden bahsediyor. Ölüm döşeğinde yatan bir adam, ölüme yakın olmanın verdiği rahatlıkla şöyle diyor: “Hayatımı zevke karşı mücadele ederek, onu bitirmek için harcadım.” Sonra öğrencilerinden biri ağzından ölümden başka bir şey çıkmayan öğretmene hınzırca “Sürekli ölümden bahsediyorsunuz ama henüz ölmediniz” diyor. “Öleceğim tabi, sadece son şarkımı söylüyorum, bazılarının şarkısı uzundur, bazılarının ki ise uzun, ama sonuçta her ikisinin arasında sadece birkaç kelimelik fark vardır.”

Bu doğru, ölümcül yaralarıyla sahnede yere yığılmışken arya söyleyen başsoliste gülmek insafsızlıktır. Biz yıllardır yerdeyiz ve hala şarkı söylüyoruz.

*Hayır Milena, Viyana’dayken olduğunu zannettiğimiz ortak kaderimiz yok, hiçbir şekilde, o zaman da yoktu; ben kendimi yukarı doğru çekerek “parmaklığımın üstünden” bakmıştım sonra yaralı ellerimle geriye düşmüştürm. Başka ortak kaderler vardır muhakkak, dünya bunlarla dolu ama ben hala onları bilmiyorum.

*Mektupla gönderilen öpücükler iletildiği kişiye asla ulaşmaz, yol boyunca hayaletler tarafından tümüyle içilirler, Bu besleyici gıda onların katlanarak çoğalmasını sağlar.

Yorum bırakın